Plakasız Araçla 18 Günde Devri Ülkeler

İmla ve noktalama hatalarımı bağışlayınız. Edebiyatçı değilim. Önemli olan hikayemiz. :)))

1976 yılında yaşanan, belki de rekor olan bir yaşantının hikayesidir. Üç buçuk yıllık Almanya yaşantımın verdiği tecrübe ile, Almanya’dan üç yaşında araç alıyor, işçi permisi ile millileştiriyor ve satıyordum. Hacette Üniversitesi dönemini arabası olan ve mali sıkıntısı olmayan öğrenci olarak sürdürüyordum.

Üç yaşından büyük araçların ülkeye girmesi, ithali yasak. İthalat hakkı ise, belli bir süreyi aşkın Almanya’da çalışan işçilerimize ait. Permi olarak adlandırdığımız bu bireysel ithalat hakkını vekaleten kullanabiliyoruz. Satın alma işlemi, gümrük işlemleri ve satış tamamen permi sahibi adına vekaleten yapılıyor. Okuldan kalan boş zamanlarımda, bu tarzda araba getiriyor ve satıyordum. 1976 yazına kadar bu böyle sorunsuz devam etti. Son seferim işte bu hikayenin konusu…

Almanya’nın Paderborn kentinde makine mühendisliği okuyan arkadaşım aracılığı ile 1973 model opel rekord araba aldık. Harun Kurt adında bir işçimizin permisi ile vekaleten. Bu seferin son olacağını düşündüğüm için geze geze dönmeyi düşünüyorum. Almanya’da yaşadığım sürece ev arkadaşım olan Osman Apaydın’ı ayarttım ve birlikte gezinti ile döneceğiz. Program Avusturya üzerinden İtalya ve Yugoslavya adriyatik kıyılarını takiben Bulgaristan üzerinden Türkiye. Bu dönüş de oldukça zevkli ve serüvenli geçti ama başka bir hikayenin konusu.

Osman ile çıktık yola. Salzburg gümrüğünde çıkış işlemlerimizi yaptık. Araba Almanya açısından ihraç edildi. Mevcut plakalarımızı terk edip, elips şeklinde gümrük plakalarımızı taktık ve yola revan olduk. Kapıkule gümrüğünde ise, mevcut Alman gümrük plakasını terk edip Türkiye gümrük plakasını araç camlarına yerleştirdik. GMR kodlu, yeşil renkli, kağıt gümrük plakamız, aracı gümrükleyeceğimiz şehre kadar gidiş amaçlı ve işlevi bitiyor. Ben Ankara’da gümrükleyeceğim için Ankara gümrük sundurmasına arabayı teslim ettim.

Gümrük işlemleri yaparken, bu arabanın ithal edilemeyeceğini söylediler. Türkiye gümrük makamları aracın belgesine değil, şase numarasından imal yılına bakıyormuş. Evraklar 1973 ama imalat 1972 görülüyormuş. Bilmediğim bir şeyi çok ağır bir şekilde öğrendim. Tabi büyük şok!…

Hiç beceremediğim ve yapmak istemediğim halde rüşvet vererek çözüm aramak, bol göz yaşlı, sümüklü ağlamak velhasıl hiç bir şey kar etmedi. Ya gümrüğe terk edip unutacağım ya da Almanya’ya geri götüreceğim. Terk etmek, öğrencilik yıllarımın sermayesini kediye yüklemek ile eş anlamlı. Geri götürmek ise bir umut…

Gümrükten arabayı aldım. İlk durak İstanbul. Üniversiteden ev arkadaşım Hüseyin Şahin’in ağabeyi toplum polisi. Hüseyin de İstanbul’da ağabeyinin yanında. Mevsim yaz ve okullar kapalı. Geceyi Hüseyin ile Ağabeyin evinde geçirdik. Kapıkule’ye kadar Hüseyin de benimle gelecek. Sabah birlikte yola koyulduk. Kapıkuleye kadar araç plakası olmaksızın bir seyahat ama sorun çıkmadı. En son edindiğimiz kağıt gümrük plakasının geçerliliği bitti ve hatta Ankara gümrüğünde kaldı. Amacımız, Kapıkule’de çöpe attığımız Alman gümrük plakasını bulup, onunla yola devam etmek. Ne mümkün!.. O yıllarda bireysel araç ithalatı çok yoğundu. Gümrük çöplüğüne atılan plakalar bir dağ olmuş. Hüseyin ile giriştik aramaya. Bir iki derken dört beş saat bulabilene aşk olsun!… Yaz sıcağı, güneş tepemizde biz bir umut arıyoruz…

Bu arada bizi izleyen bir tır şoförü yanaştı yanımıza.
– Siz ne yapıyorsunuz hemşerim?
Bir çırpıda başımdan geçenleri özetledim.
– Plakamızı arıyorum.
– Bu dağ gibi plaka yığınını şuradan şuraya aktarsanız, siz ikiniz bir ay çalışırsınız. Değer mi? Plaka dediğin bir teneke. Yaz tenekeye git.
– İyi de, polis ne der?
– Gel soralım.
Polise gittik. Tır şoförümüz durumu kısaca özetledi.
– Yormayın çocukları bırakın gitsinler.
– Benden bir şey yok. Gidebilir.
Polisten izinle tampon bölgeyi yürüyor ve Bulgar polisine varıyoruz.
– Komşu
Diye başlıyor şoförümüz. Durumu izah ediyor ve izin koparıyor. Tenekeye yazıp gideceğiz. Şoförümüze teşekkür ediyor ve Edirne’ye dönüyoruz. Tenekeye plaka yazıp hızla yurt dışı çıkmalıyım. Korkuyorum. Ya vardiye değişirse. sözlü izin verenler giderse!…

Yaz sıcak ve bir de ramazan ayı. Akşam üzeri olmuş. İnsanlar iftar için dükkanlarını erken kapatıyorlar. Bula bula yaz ortası bir sobacı bulduk. tam gitmek üzereyken. Yalvar yakar plaka büyüklüğünde iki teneke kestirdik. Ancak, üstüne yazacak boya yok. Depo karıştırıldı ve kırmızı bir boya bulundu. Aldırmadık. Yazdık…
Hüseyin ile vedalaşıp derhal kapıkule. İzin veren polisi bulup çıkış işlemimi yaptım. Bulgar polisi de sağ olsun sorun çıkartmadan onayladı. Bende bir sevinç sormayın…
Bulgaristan’a girdiğimde hava kararmıştı. Yollar bu gün olduğu gibi otoyol değil. Dar, bozuk ve virajlı. Gece geçti ve sabah erken Yugoslavya’ya girdim. Çıkış ve girişte sorun yaşamadım. Sevincim katlandı. Gece yol almama ve uykusuzluğuma rağmen devam ediyorum. Bir an önce bitsin istiyorum.
Akşama Belgrad’a gelebildim. Dediğim gibi yollar bu günkü gibi değil. Yorgunluk hat safhada. artık Belgrad’da yatacağım. Uluslar arası öğrenci kimliği ile youth hostel (jugentherberge) da kalıyorum. Önceki seferlerimde de burada kalmıştım ve memnundum. O zaman için gecesi bir mark idi. Şehre daldığımda yağmur başlamıştı. Kırmızı ışıkta beklerken bir polis yanaştı. Lisan olarak anlaşamadık. İşaretle takip etmemi istedi. Karakola geldik. Lisan sıkıntımız var. Almanca bilen bir memur bulamayınca, işaret dili ile sabaha kadar beklemem gerektiği anlaşıldı. Neyse ki nezarete atmadılar. Geceyi uykusuz geçirmişim ve iki günden beri yol yorgunuyum, bu gece de sandalye tepesinde geçecek…

Sabah nihayet bir almanca bilen polis geldi. İlk soruları “plakasız nereye” oldu. Başımdan geçenleri anlatsam da kar etmedi. Geri dönecek, ülkene gideceksin dediler. Dedim ki;
– Bulgar sınırı yaklaşık 450 kilometre Avusturya sınırı da hemen hemen aynı ve hatta daha yakın. Ülkeniz içinde aynı kilometreyi ne tarafa gittiğimin ne önemi var? Sonuçta ülkenizi terk edeceğim. Bırakın yoluma gideyim.
Kabul ettirdim ve üst üste katlanan yorgunluğa rağmen yola koyuldum. Gerçi, geri dönüyorum desem ama yoluma devam etsem nasıl kontrol edeceklerdi…

Avusturya, Yugoslavya arasındaki Maribor sınır kapısına gelmem gece yarısını buldu. 400-450 kilometre yol bitmek bilmedi. O zamanın yolları hıza izin vermediği gibi daha çok dikkat gerektiriyor. Yol bozuklukları, darlık, virajlar daha bir yoruyor. Yugoslavya polisi çıkışımı onayladı ama Avusturya almıyor. Plaka sorun ediliyor. Yağmur sonrası teneke paslanmış ve kırmızı boyamız akıntı yapmış. Çok komik bir görüntü var. Ne yapsam Avusturya polisini ikna edemedim. Neyse ki, Avusturya’da lisan sorunum yok.
Avusturya almayınca, Yugoslavya geri dönüşümü kabul etmek zorunda kaldı. Aksi durumda tampon bölgede kalmam gerekecekti ki, bu mümkün değil.

Üzgün, yorgun, bitkin ve ne yapacağını bilmez haldeyim… Saat olmuş gece yarısı… Haritayı önüme açıyorum. Yugoslavya – Avusturya arasında 7adet sınır kapısı belirliyorum. İnsburg yakınlarına kadar bu kapıların hepsini denemeye karar veriyorum. Bu arada İtalya’ya yaklaşmış olacağım. Olmadı İtalya’yı da denerim. Bütün kapılarda aynı durumla karşı karşıyayım. Yugoslavya çıkış, Avusturya’ya giremeyiş. Mecburen Yugoslavya’ya dönüş. Berbat ve çok virajlı yollardan Alplere tırmanış iniş dereken günler geçiyor. Kısa uyuklamalarla idare ediyorum ama artık maymuna dönmeye başlamıştım. Saç sakal karışmış, duş dersen hiç yok. Kendime gelmiyor ama muhtemelen kokuyorum. Bu arada çok kötü beslenme bisküvi, su, kola… Bir de sigara…
İtalya kapısına geldim. Yugoslavya çıkış tamam. İtalyan memurlar ikiye bölünüyor. Bir gurup alalım derken, diğerleri itiraz ediyor. Bir saate yakın tartışma sonrası yine kovuluyorum. Ana yola ters düştüğü için denemediğim bir kapı kalmıştı. Alplerde… Uzun bir tırmanış sonrası oradan da kovuluyorum. Günler geceleri kovalıyor, Yorgunluk anlatılır gibi değil. Kaza yapmaktan korkuyorum. Yaz ama Alpler gece soğuk. Soğuktan uyunmuyor. Motoru çalışır tutmak mümkün değil. O zamanın araçları ısıyı egzos borularından aldığı için zehirleme yapabiliyor. Ayrıca, marklarım da azalıyor…
Hava karadı. Uyuyamadığım için aşağılara iniş yapıyorum. Sıcağa erişince uyurum diye. Birden ışıl ışıl bir dağ oteli görüyorum. Görüntü çok lüks. Ama ne pahasına olursa olsun duş alıp yatmaya karar veriyorum.

Kocaman otopark bom boş. Belli ki otel tenha. Park aydınlatmasının altına park ediyorum. Otele yürürken içimde bir his. Arabanın başında birileri var gibi geliyor. Dönüp bakıyorum kimse yok. Hissin esareti ile hızla yürürken aniden dönüyorum arabanın başında iki kişi. Arabaya koşuyorum.
– Abi kurban olayım, türk müsün?
İki genç. İkisi de o loş ışıkta bile berbat görünüyor. Ben onların yanında iyi ve bakımlı kalıyorum. Ali ve arkadaşı askerlikten arkadaşlar. Ali’nin ağabeyi Avusturya’da işçi. İki kafadar askerlik bitince, iş umuduyla Avusturya’ya gitmek üzere otobüse biniyorlar. Anca, Avusturya yetkilileri bunları ülkelerine kabul etmiyor. Otobüsten indiriyorlar. Dağ başında kalıyorlar. Bir yardım alıp sınırı geçeriz umuduyla günlerce ormanda saklanıyor ot ile, derenin suyu ile idare ediyorlar. Oteli keşfedince çevresinde saklanıyorlar. Gelen giden arabaları gözleyip, bir türkçe gazete, dergi, yazı arıyorlar ki, konuşup yardım talep etsinler. Yakalanıp sürülmemek için inatla saklanıyorlar. Ayaküstü hikayelerini dinledim.
– Perişansınız. Ben de öyle. Gelin bu otelde duş alıp karnımızı doyuralım. Uyuyalım. Yeniden insan olalım. Sabah ağabeyine telefon ederiz. gelip sizi buradan alsın. ne yapacağına o karar versin.
Resepsiyonun bize bakışını unutmak mümkün değil. İki oda alıyoruz.
– Duş alın, tıraş olun, restoranda bekliyorum.
Diye ayrılıyorum. Aynı işlemi ben de yapacağım. Restoranda buluşuyoruz. Ali, Ankara Şereflikoçhisar ilçesindenmiş. Liseyi orada bitirdiğim ve anılarım olduğu için ilgi duyuyorum. Arkadaşı Konya’lı… Yemek yeme telaşları gözüm önünden gitmiyor. Kıtlıktan çıkma tabirini fiilen yaşıyorum.
Ağabeylerini sabah aramamız gerekiyor çünkü, ağabey fabrika işçisi. mesai saatinde fabrikadan aramak zorundayız. Başka telefon yok. O yıllarda otomatik çevirmede yok. Santrale yazdırıyoruz ve doluluğa göre bir çok saat sürebiliyor.
Odama geçtim. Temizlenmiş, karnımı doyurmuşum ama çok yorgunum. Kendimi yatağa atıyorum. Yorgunluğa rağmen uyumak ne mümkün. Ne olacağım? Türkiye’ye dönmek zorunda kalmak beni çıldırtıyor. Bu arada, geçmeye zorladığım kapıları düşünürken bir fikir geldi. İtalya hariç yedi kapı denemişim. O kapılarda olduğum saatlerin sekiz saat ilerilerinde aynı kapıları deneyebilirim. Mesai saatleri sekiz saat olunca yedi kapıyı on dört defa değişik vardiyalarda zorlayabilirim. Bu fikir çok hoşuma gitti. Bir ay da sürse on dört kez denemeden dönmeyeceğim. Bu fikir uykuya dalmamı kolaylaştırdı. Yeni bir umut ve derin bir uyku…

Kahvaltı sonrası resepsiyona telefon yazdırıyoruz. Ali ağabeyi ile görüşecek. Ama önce ben görüşmeliyim. Fabrika ile almanca konuşmak gerekiyor. Ağabeyi telefona almak o kadar kolay olmayacak. Lobide sohbet ederek bekliyoruz. Resepsiyon sesleniyor;
– Telefonunuz birinci kulübede hazır.
Ağabeyi telefona almak için “ölüm kalım” edebiyatı yapıyorum. Zor da olsa telefona alıyorum. Durumu özetleyip otelin adres ve telefonunu veriyorum.
– Sen gelene kadar kardeşin ve arkadaşı bu otelde konaklayacaklar. Gelir, hesaplarını öder alırsın. Avusturya’ya sokabilirmisin, Türkiye’ye mi gönderirsin bilemem. Size kalmış.
Diyor ve telefonu kardeşine veriyorum. Kulübeden çıktığımda konyalı el çantamı uzatıyor.
– Abi çantanı unutmuşsun.
Garip geliyor. Unutulmuşluk yok. İki adım ilerde sehbada. Resepsiyonu tembihliyorum. Durumu anlatıyorum. “Ağabeyleri gelecek ve hesabınızı ödeyecek” diyorum.
Bizimkilerle vedalaşıp tekrar yalnızlığıma, yoluma koyuluyorum. Değişmiş vardiyalarda aynı kapıları zorluyorum. Gündüz gece devam. Bu arada yakıt alırken bir bakıyorum çantamdan 200 mark alınmış. Konyalının çantamı getirmesi ve tedirginliği aklıma geliyor. Dönsem, oparanın bir kısmını tekrar yakıta harcayacağım. Ayrıca, onları otelde bulamama riski de var. Vaz geçiyor, lanet okuyorum. Yorgunluk ve uykusuzluk tekrar basmaya başlıyor. Sabahın ilk ışıkları ile daha önce denediğim çok tenha bir kapıya geliyorum. Toprak bozuk bir yol. Alplerin tepesinde sözde bir tünel. Gerçekte mağara. bu tarafı bir kulübe yugoslavya, mağaranın çıkışı bir kulübe ve Avusturya. Yugoslavya çıkış damgasını alıp mağaraya dalıyorum. Avusturya kulübesinde bir memur, ayakları masada uyuyor. Sabahın sessizliğini benim arabanın motor sesi bozuyor ve memur uyanıyor. İri yapılı, uykudan mahmur memur nazik bir şekilde pasaportumu istiyor. Eğilip plakama bakıyor. Paslı boyaları akmış bir teneke. Sonra aramızda sohbet başlıyor;
– Nereye gidiyorsun?
– Almanya
– Ne iş yapıyorsun?
– Öğrenciyim.
Alaylı bir ses tonuyla,
– Siz de öğrenciden diplomat oluyor mu?
Plakamı kırmızı yazılı görünce alay ediyor. Ben de izin veriyorum.
– Biz de diplomatlık babadan kalıyor. Bebekken, öğrenciyken hep diplomatız.
– Ben gümrük memuruyum. Senin plaka polisi ilgilendirir.
Galiz bir küfür sallıyor
– gece gelmedi beni yalnız bıraktı. Hemen gazla. Almanya’ya kadar durma.
Diyor. Ben hemen fırlıyorum. Birden hafifliyorum. Ne yorgunluk kalıyor ne de uykusuzluk. Günlerin çilesi birden yerini mutluluğa bırakıyor.

Hiç Konaklamadan Salzburg kapısına geliyorum. Avusturya, ülkeyi terk ettiğim için çıkışımı veriyor. Ama Almanya almıyor. Bugünkü gibi sınır birliği yok maalesef o yıllarda… Beni tampon bölgede tutamayacakları için Avusturya mecburiyetten geri alıyor. Artık tecrübeliyim. Haritamı önüme açıyor Avusturya Almanya kapılarını işaretliyorum. Hepsini üçer kez denemeden vazgeçmek yok. Bu arada paralarda suyunu çekiyor. Yürütülen 200 mark çok can yakıcı…
Denediğim kapılarda hep aynı sonuç. Para bitmek üzere. Son çare arabayı trene yüklemek geliyor aklıma. Salzburg tren istasyonuna geliyorum. Yük gişesi çalışanına “bir hikayem var lütfen dinlermisin” diye başlıyorum. Sağ olsun beni sonuna kadar ilgi ile dinliyor.
– Trene yüklesek de aynı sorun var. Gümrükte indirirler. Kalmayan paranı da boş yere trene verirsin. Madem değişik gümrük kapılarını deniyorsun, buraya 60 kilometre uzaklıkta Braunau var. şehrin içinden geçen in nehri üzerindeki köprüler sınır kapıları. Farklı sınır kapıları için kilometrelerce yol yaparak hem para hem zaman harcama. Bir köprü olmadı öbürünü denersin.
– Çok teşekkür ederim. Deneyeceğim.
– Braunau aynı zamanda Hitlerin doğum yeri. Hala hayranları çoktur. Hikayeni anlatırken plakamı sırplar çaldı. Pis komünistler. Diye başla. Faydasını görürsün.
Çok teşekkür ederek ayrılıyorum. Bir saatte Braunau’dayım.

İlk bulduğum köprüye dalıyorum. Köprünün bu ucu Avusturya. Diğer ucu Almanya gümrüğü. Avusturya’dan çıkışımı alıp köprüyü geçiyorum ve Almanya’dayım. İlk polis değil gümrük memuru yaklaşıyor bana. Bir hikayem var lütfen dinler misiniz diye başlıyor ve makinalı tüfek gibi şakıyorum. Önceden ne diyeceğimi tasarlamış ve o kadar çok tekrarlamıştım ki, su gibi akıyor.
– Pis komünistler. Belgrad’da plakalarımı çaldılar. Bir gece nezarette yatırdılar.
Gümrük memuru ilgileniyor. Park yeri göstererek;
– Buraya park et gel. Seni şefime götüreyim.
Şef şefine, şef müdüre, müdür bölge müdürüne götürüyor. Bende hep aynı Hitler edebiyatı.. Bölge müdüründe baltayı taşa vuruyorum. O yıllar Helmut Schmidt başbakan. Sosyal demokratlar iktidarda. Bölge müdürünün Hitlerci olması çok zayıf. Durumu kavramam uzun sürmüyor.

Çok güzel dekore edilmiş bir oda. Ben 24 yaşımdayım, karşımda yaklaşık 60 yaşlarında, babacan bölge müdürü Wilhelm Weitzenberger. Duruşunu, tarzını Hulusi Kentmen’e benzetmişimdir. Aramızda hemen bir sohbet oluşuyor. Önce beni sorguluyor. Sonra kendi anlatıyor. Beni oğluna benzetiyor ki, bu benim şansım oluyor. Benim hiç kardeşim yok. Ailenin tek çocuğu ve öğrenciyim. Wilhelm amcanın da tek oğlu var ve öğrenci. Münih’de tıp okuyormuş. Bu duygusallık benim kurtarıcım ama büyük şok geliyor. Wilhelm;
– Plaka polisin işi. Bizi ilgilendiren aracın ihraç edilerek Alman makamlarından düşürülmüş olması. Yeniden ithal etmek için senin hakkın yok. Ancak bir alman ithal edebilir.
hiç aklıma gelmeyen bu sorun beni çökertiyor. Yanında plaka masum kalıyor. Wilhelm amca, pes etmeden yoğun bir telefon trafiğine giriyor. Ara ara odaya girip çıkan memurlar, imza atmalar ve benimle kısa sohbetler dışında saatlerce benim olayımı çözmek için araştırmalar yapıyor. Ben hep odasındayım. Çok ilgileniyor, kahveler geliyor kahveler gidiyor. O yaşıma kadar böyle bir makam da böyle bir ilgi görmemişim.
Arabayı kurtarmanın tek yolunun ihracat işleminin iptal edilmesi olacağını buluyor. İhracat Salzburg kapısından yapıldığı için iptalin de orada yapılması gerekiyor. Ama bu imkansız. Orada bana bu işlemi yapmayacaklarını Wilhelm amca da biliyor. Bir çok telefon trafiği daha ve karar veriyor;
– Risk alıyorum. İhracat iptalini ben yapacağım. Umarım şikayet olamaz.
Direktifini veriyor ve benim işlemim yapılırken ben hala Wilhelm amca ile beraberim. Bu kez telefonla polis müdürünü arayıp, plaka işini nasıl çözeceğimizi soruyor. Herhangi bir araba servisinden geçici servis plakası alarak gideceğimiz yere varana kadar kullanabileceğimizi öğreniyor. Passau kentinde bir servisle telefonda anlaşıyor. Ancak, vakit geç. Passau 50 kilometre uzakta bu gün yetişemeyeceğiz. Sabah orada olmak üzere sözleşiyor.
Mesai bitti. Wilhelm amca nerede geceleyeceğimi soruyor. Bir otelde diyorum. Diyorum ama otelde yatacak param kalmadı. Araba gümrük parkında olduğu için alamayacağım. Gider bir park da sabahlarım diye düşünüyorum. Birlikte çıkıyoruz. Otele bırakmak üzere beni makam arabasına davet ediyor. Kırmıyorum. Otelin önünde iner bir parka giderim diye düşünüyorum. Tam otel önünde inecekken “bize gelmez misin” diyor. Önce donup kalıyorum. Almanlar evine götürürse otele vereceğin parayı isteyebilir. Her şeye rağmen kabul ediyorum. Para isterse, param kalmadı göndereyim derim. Bu arada temiz bir yatakta uyku çekmek var…

İnn nehri kıyısında, hafif yüksek bir tepe üzerinde bir eve geliyoruz. Ev demeye şahit ister. Tam bir malikane… Evin arakasına dolanıyoruz. Wilhelm amcanın eşi burada. Bir de ne göreyim! Sanki bir hayvanat bahçesi. Bayan weitzenberger hayvanlara akşam yemeklerini veriyor. Yılan dahil pek çok hayvan…
Tanışma faslı sonrası eve giriyoruz. Bana odamı ve banyoyu gösteriyorlar. Temizlik sonrası salonda buluşacağız.
Salona geldiğimde masada 5 servis görüyorum. Duş yapmak yorgunluğumu nispeten almış. Kendimi dinç hissediyorum. Evde 3 kişiyiz ama 5 servis açılmış. Belli ki iki davetlimiz var. Umarım kızlar gelir diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
O da ne? Masaya iki maymun geliyor. Biri şortlu diğeri mini etekli. Belli ki biri dişi diğeri erkek. Sandalye üzerine zıplayıp tepiniyorlar. çatal bıçak alıp tabaklara vurarak gürültü ediyorlar. Bayan Weitzenberger mutfak dan bağırıyor;
– Bekleyin. Sabredin. Geliyorum…
Domuz dili ile geliyor. Tabaklarına birer dilim koyuyor. Kıpır kıpır bir vaziyette elleriyle yiyorlar. Ben hayran hayran seyretmekten açlığıma rağmen yemeye başlayamıyorum. Maymunlar çekilince sohbete dalıyoruz. Bu arada Wilhelm amcanın çek kökenli olduğunu öğreniyorum. Alman olsa bunca iyiliği bana yapmazdı diye düşünüyorum.

Mükellef bir kahvaltı sonrası Passau’ya araba servisine gidiyoruz. Servisten geçici bir plaka alıp Braunau’ya gümrük parkına dönüyoruz. Bölge müdürlerinin geldiğini gören görevliler seferber oluyorlar. Elimden plakaları kapıp montajlıyorlar. Ve ayrılık zamanı. Wilhelm amcaya borcumu soruyorum. Plakalar için ödediği dokuz markı istiyor. Evinde konaklamaya bir talebi yok. Bu nasıl alman!…. Hemen ödüyor ve vedalaşıyorum. Önce bir benzin istasyonuna giriyor ve depoyu dolduruyorum. Kalan paraya iki paket sigara… daha da beş fenik bile kalmadı.

Paderborn’da öğrenci olan arkadaşımın yanına gideceğim. Arabayı onunla Paderborn’dan almıştık. Bunu verip, Türkiye’ye girme sorunu olmayan başka bir araç alacağız. Paderborn Braunau yaklaşık 600 kilometre. Benzini en az yaktığı hızla, 90 km/saat hızla seyrederek yaklaşık 8 saatte Paderborn’da arkadaşımın kaldığı öğrenci yurtlarının bahçe kapısında benzinim bitiyor ve motor stop ediyor. 18 gün!… Yenilediğim araçla Türkiye’ye dönüyorum. Dönüşüm gidişin tersine, oldukça eğlenceli oldu. Bir başka sefere…
Wilhelm Weitzenberger ile yıllarca yazıştık. O dönemde internet yok. Dönemin mesajlaşması olan kartpostal trafiği… Yıllarca sürdü… Ve sonra benim üst üste attığım kartlara yanıt gelmedi…

Thassos (Taşoz)

17 mayıs 2019 cuma sabahı erken çıktık yola. 30 kişiyiz bu defa. Thassos’a bu kaçıncı seferimiz ben bilemiyorum. Sayamadım. Thassos fatihi arkadaşım Figen Özçürümez’in seferleri benden çok daha fazla. Bizi ada ile tanıştıran da Figen. Figen, aynı zamanda bir Yudosk yöneticisi…

Thassos hakkında internetten derlediğim bilgiler aralara sokuşturulacak. Maksat ada hakkında da bilgilenmek. (kaynak: Traveling Turks) Biz gezimize dönelim.

Kadıköy, Mecidiyeköy ve Bakırköy’den arkadaşlarımızı topladıktan sonra, yola koyulduk. Malkara yakınlarında kimbilir çiftliğinde aldığımız kahvaltı sonrası İpsala sınır kapısına geldik. Bulgaristan’dan Türkiye topraklarına giren Tunca ve Meriç nehirleri birleşme sonrası, Yunanistan Türkiye arası sınırı belirliyor. Meriç adıyla Ege denizi ile buluşuyor.

Yunanistan içinde ilk durağımız Porto Lagos oldu. Vistonida gölü üzerinde, ahşap köprü / yollarla bağlanan Aya Nikoalas ve Pantanassa kilselerini ziyaret ettik.

20180608_065425

Porto Lagos

İskeçe yolu üzerinde yer alan küçük bir balıkçı köyü. Yunanistan‘ın Trakya bölgesinde, önemli miktarda bir Türk nüfusun yaşadığı Gümülcine ile İskeçe arasında kalıyor. İskeçe yakınlarındaki köyün bir tarafında sık çam, diğer yanı lagün. Burası birçok balıkçı teknesine ev sahipliği yapan küçük bir yer. Bölge koruma altında ve yüzlerce göçmen eden kuş çeşidine ev sahipliği yapıyor.
Selanik‘e 2 saat mesafedeki Porto Lagos oldukça huzurlu ve hoş bir yer. Martılar ve ördekler Vistonida Gölü’ne renk katıyor. hava da güneşliyse eğer fotoğraf çekmek için ideal bir yer.

Vistonida Gölü

Yunanistan’ın en büyük ikinci gölü olan Vistonida Gölü, flora ve fauna açısından zengin bir önemli bir sulak alan. Rodop ve İskeçe bölgeleri arasında, 45 km kare yayılan bu alan Yunanistan’ın en güzel sulak yerlerinden birisi.
Burası aynı zamanda mükemmel bir kuş gözlem yeri olarak çok iyi biliniyor. Bir tarafta deniz, bir tarafta göl, orman ve sulak alanlara sahip olduğundan 300’den fazla kuş türüne ev sahipliği yapıyor.
Akbalıkçıl, Karayip flamingosu, Karabatak bunlardan bazıları. Dürbün ile etraftaki gözlem noktalarından veya sahilden izlemek mümkün.
Kazlar, ördekler, kuğu ve büyük pelikan sürüleri yanı sıra çok sayıda diğer kuş türlerinin göç rotası üzerinde yer aldığından kuş gözlemcileri için önemli bir yer.

20190517_142048

Aya Nikolaos Kilisesi

Porto Lagos’un yakınında, bölgenin en çok ziyaret edilen yerlerinden Aya Nikolaos Kilisesi de görülmeye değer, sakin ve huzurlu yerler arasında yer alıyor. Ahşap köprüden önce büyük kiliseye daha sonra oradan diğer bir ahşap köprüyle de Pantanassa Kilisesi’ne bağlanıyor. Bu kilise mucizelerin gerçekleştiği bir yer olarak Hristiyan dünyasınca kutsal kabul ediliyor.

Bu güzel balıkçı kasabasını, porto Lagos’u terk ederek Keramoti’ye geldik. Buradan adaya ferry boatlar çalışıyor. Tarifeli seferler yapan iki firma var. Saat başı kalkan ferry boat ile adaya geçtik. Adanın idari olarak bağlı olduğu Kavala’dan da ferry boatlar çalışıyor. Ancak, Türkiye istikametinden gelen bizler için daha uzak yol ve adaya geçiş süresi de daha uzun. Keramoti her zaman tercihimiz olmuştur.

Thassos Nasıl Bir Adadır?

IMG-20190518-WA0033

Thassos Adası Yunanistan’ın en yeşil adalarından biridir. Burası yeşil floranın, dağlar, kumlu /çakıllı doğal plajlar ve cam gibi temiz bir denizle bir araya geldiği gizli kalmış bir cennet desek çok da abartmış sayılmayız. Adayı aracınızla gezerken karşılaştığınız doğa manzaraları gerçekten büyüleyici, özellikle de dağlarını örten ve dalları turkuaz rengi sahillere dek uzanan çam ağaçları ile. Zaten bu sebeple adaya “zümrüt ada” anlamına gelen “emerald island” deniyor.
Taşoz Adası diğer Yunan Adaları gibi su fakiri bir ada değil. Sık ormanlar ve dağlar sayesinde fazlası ile yağmur alıyor ve en güzeli ise evlerin bir çoğunda çeşmelerden adanın enfes kaynak suları akıyor.
Thassos Adası’nın 14.000 kişilik yerleşik nüfusunun farklı geçim kaynakları vardır. Bir çok aile turizm ve tarım faaliyetlerinden geçinir. Diğer geçim kaynakları ise hayvancılık, balıkçılık ve mermer ocaklarıdır.
Taşoz Adası’nın sahil kesimleri turizme açık, tarıma elverişli gelişmiş yerleşimlerle çevrili iken dağlık bölgelerde daha az gelişmiş olan dağ köyleri vardır. Adanın kıyılarında yer alan yerleşimler 100 km uzunluğundaki düzgün asfalt yollarla birbirine bağlanmıştır.

Adaya geçişimiz akşam üstüne denk geldiği için, Skala Potamias’a geçerek akşam yemeği molası verdik. Skala Potamias uzun bir kumsala sahip ve kumsala paralel pek çok taverna var. Arkadaşlar serbest takılma özgürlüğüne sahip olsalarda Figen nerede ise orada olmayı tercih ediyorlar. Figen önceki seferlerinden tanıdığı ve sevdiği yerleri seçiyor. Biz, yöreyi onun kadar tanımayanlar da takılma özgürlüğümüzü kullanıyoruz…

Thassos Adası İklimi

Adanın iklimi ılımandır. Yaz ayları aşırı sıcak olmaz, kış ayları ise ılıman geçer. Yıllık sıcaklık ortalaması 17 derece, yaz ayları ortalaması ise 23.5 derecedir.

Skala Potamias akşam yemeği sonrası otelimize hareket ettik. Otelimiz adanın güneyinde Potos şehirinde. Hotel potos… Sabah 09.30 da hareketle ikinci günümüzü yaşamak üzere odalarımıza çekildik. Ne göreyim!.. Nevresim yok. Çarşaf üzeri battaniye. Gece çarşaf gidince battaniye kalıyor ki, en sevmediğim olay… Çaresizlikle çok giyinmiş olarak sadece çarşaf ile yattım…

Taşoz’un Coğrafyası ve Yerleşimler

Taşoz, Ege Denizi‘nin en kuzeyindeki adadır. Ada Batı Trakya kıyılarına sadece 6 mil mesafede olup bölgenin en büyük nehri olan Nestos Nehri‘nin denize döküldüğü yere çok yakındır. Taşoz Adası form olarak yuvarlak bir adadır ve kıyıları 115 km uzunlukta, kesintisiz biçimde gidiş-geliş tek şeritli karayolu ile çevrilidir.
Adanın başkenti ve merkezi Limenas (Thassos Town veya Lemenas Thassou)’tır ve nüfus 3240 kişidir. Adanın sahillerinde ve dağlarında büyüklü küçüklü bir çok başka yerleşimler de vardır. Bunların aradında en büyük olanlar, Limenaria, Skala Potamias ve Potos‘tur.
Thassos Adası’nın en yüksek zirvesi 1208 metre yükseklikteki Psario (Ypsario) Dağı‘dır. Adanın doğu tarafı dağlık, kayalık ve denize inen yarlardan oluşurken batı kısmında yükseltiler daha azdır, düzlükler daha fazladır. Doğu tarafı geniş ve verimli zeytinliklerle doludur.

Kahvaltı sonrası Theologos köyüne hareket ettik. Giola’da denize girecek arkadaşların üşümemesi için hava biraz ısınsın / vakit geçsin ilavesi oldu. Köyün üst başında araçtan indik ve köyü baştan sona yürüdük. Theologos, “Tanrının Sözü” anlamına gelmektedir. Ada, Osmanlı yönetiminde kaldığı sürece başkentlik yapmıştır.

Giola, yoldan 900 metre aşağıda. İniş ve çıkış olarak 1800 metre yürüdük. Ama gece yağan yağmur Giola’yı çamur ile doldurmuş. Bu da bizim talihsizliğimiz oldu. Oysa önceki yıllar cam gibi bir Giola tanımıştık…
Hedef Aliki plajı ve akşama kadar 4-5 saat deniz keyfi. Yolumuz üzeri “Arhangel Mihail” ortodoks manastırını 20 dakika ziyaret ettik. Sonra, kum – güneş – deniz arkadaşlar için, sardalya – bira benim için zevkli saatler oldu. Mekanımız “Beautiful Aliki” den de söz edelim. Deniz ürünleri için iyi bir mekan. Patetesini sevmedim…

20180609_113840

Thassos Adası Tarihi

Neolitik çağlardan bu yana insan izleri olsa da Thassos Adası’nın kabul edilen ilk yerleşik halkı adayı, altın madenlerinden dolayı adayı kolonileştirmek için gelen Fenikelilerdir. Adanın adı ise adayı kolonileştiren Fenike Kralı Anigoras’ın oğlu Thassos‘dan geliyor. MÖ 650 yılında (günümüzden 2350 yıl önce) adaya yerleşen ikinci insan grubu ise güneydeki Paros Adası‘ndan gelenlerdi. Antik zamanlarda adanın altın madenlerinin yanında şarabı, fındığı ve mermeri de ünlüydü.
MÖ 5. YY’da adayı ele geçirmek için kuşatan Persler başarılı olamamıştır. Bir şehir devleti olarak, Thassos’lular kendilerini güvene almak için Attika-Delos birliğine üye oldular ve zenginlikle geçen uzun bir sürece girdiler. Sonraki yüzyıllarda ise ada Spartalılar ve sonrasında Atinalılar‘ın eline geçti. MÖ 340 yılında ise Thassos Adası Büyük İskender’in babası II. Philip tarafından Makedonya Krallığı‘na dahil edildi.
MÖ 179’ada adayı ele geçiren Romalılar yakılıp yıkılmış olan şehri yeniden imar edip, antik tiyatro inşaa ettiler. Yeni gemiler yaparak adayı tekrar ticaretle zenginleştirdiler.
MS 1. YY’da Hristiyanlığı yaymak için yola çıkan Aziz Pavlus Taşoz Adası’na uğradı. Adaya Hristiyanlık geldi, kiliseler inşaa edildi ve Roma tapınakları kiliseye çevrildi.

Aliki plajından otelimize döndük. Otele gelmeden Arzu ile araçtan indik. Amacımız çatal iğne bulmak. Dün gece yaşadığımız hezimeti bertaraf etmek için çarşafı battaniyeye iğneleyeceğiz. Ne mümkün. Çatal iğneyi bulmayı bırak, anlatmak bile zor… Sonuç olarak iğne ipliğe fit olduk. Sağ olsun Arzu çarşafı battaniyeye dikme zahmeti göstererek beni kurtardı.
Potos Limenaria arası 3.8 kilometre. Arkadaşlarımızı çoğunluğu akşam yemeğini Potos’da yapma tercihinde iken, biz 7 cengaver Limenaria’ya yürümeyi tercih ettik. Ana yoldan ayrılarak, sahile yakın bir yürüme yolu yakaladık. Gidiş dönüş 7.6 kilometre kat ederek günlük yürüyüşümüzü de yapmış oldu. Dönüş karanlığında dolunay da bize eşlik etti…

Kahvaltıyı takiben yine 09.30 da yola koyulduk. Program Panagia köyü ve adanın başkenti olan Limenas…
Yol üzeri “Her Yer Taksim” yazan, yol kenarı kayalık var. Her geçişimizde gözümüz arar. Yine bulduk ve toplu fotoğraf aldık. Boyamız olsa bir de “Her Şey Çok Güzel Olacak” ilave edecektik. Artık gelecek sefere…

Ada komple mermer yatağı. Adanın yapısı bozulmasın diye pek çok ocak kullanılmaz olmuş. Ancak, az da olsa halen faaliyette olan ocaklar da var. Mermer bolluğu adanın şehir / köy içi yollarında kendini göstermiş. Parke taş olarak, kaldırım olarak mermer kullanılmış. Sokakta mermer kullanımı en güzel Panagia’da kendini gösteriyor. Bu nedenle 45 dakika mola vererek sokaklarını arşınladık.

Limenas, başkent olmanın yanısıra ana kara ile bağlantı noktası. Saat 11.45 de limenas’da olduk. Figen 14.15 e ferry boat biletimizi aldı. İkibuçuk saat serbest zaman tanındı. Limenas sokaklarını kısa bir turlamanın ardından mouses tavernaya oturduk. Her gelişimizde zevkle yemek yediğimiz bir mekandır. Türkçe konuşan garsonları da var. İlk gelişimizde Yücel ile tanışmıştık. Yine onu sorduk ama bir hafta sonra gelecekmiş. Deniz ürünleri ağırlıklı. Yemekleri temiz leziz ve adanın diğer mekanlarına göre daha hesaplı. Skala Potamias’ da 14.-€ olan oktobus, Aliki’de 11.5 € ve mouses’da 10.5 €… Ben en çok kabak kızartmasına bayılıyorum. Adaya gideceklere şiddetle tavsiye ederim… Benden de selam söyleyin. :))

Bizans ve Osmanlı Dönemi

395 yılında Roma İmparatorluğ’nun ikiye ayrılması sonucu Taşoz Adası Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nda kalmıştır.Taşoz, değerli mermer yatakları sebebi ile, 6. ve 7. YY’larda tüm bölgeye korku salan Slav deniz korsanlarının hedefi haline gelmiştir. 9. YY’da ise Thassos Adası, 70 yıl sürecek olan Sarazen Müslümanları‘nın hakimiyetine girmiştir.
Ada iki kez kısa süreliğine Ceneviz yönetimine geçmiş olsa da tüm ortaçağ süresince, 1455 yılına dek Bizans toprağı olmuştur.
1556 yılında adayı Osmanlılar ele geçirmiştir. 1770-74 yılları arasında adayı RuslarOsmanlılardan almıştır. Bu süreçte kıyılarda yaşayan ada halkı korkudan dağlara ve dağ köylerine çekilmiştir. Bu olaydan 50 yıl sonra, 1821’de Yunanistan’da ortaya çıkan özgürlük hareketinin etkisi ile Taşozlular Osmanlı yönetimine baş kaldırmış fakat başarısız olmuşlardır. Ada Sultan 2. Mahmut tarafından Yunanistan Bağımsızlık Savaşı’nda arabuluculuk yaptığı için Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa‘ya tımar olarak verilmiştir. Ada 1908’deki ikinci Osmanlı yönetimine dek refah içinde yaşadı. 20 Ekim 1912 yılında, Balkan Savaşları sırasında Yunan donanması tarafından ele geçirilen Taşoz Adası o günden bugüne Yunanistan’a aittir.

Saat 14.15 ferry boat’u ile Keramoti’ ye geçiş. Anastasia da klasik kurabiye molası ve ver elini memleket…. Uyumlu ve zevkli bir gezi oldu. Darısı yenilere…

Ayvaşa – Osmaniye Şelalesi – Mecidiye

İstanbul’dan 29 Yudosk’lu doğasever gelmek için yola çıktı. Saat 09.45 de iznik’te olmalarını beklerken, Tuncay Çiftoğlu arkadaşımdan bir telefon aldım. Arabalı vapur inişi jandarma çevirmişti. Geçtiğimiz hafta da aynı problemi yaşamıştık. Kullandığımız aracın plakası sahte kopyalanmış ve geçen hafta tutanak tutulmuş/aklanmış olmasına rağmen… Bu kez çeviren jandarma, polisin tutanağını kabul etmeyerek kendisi inceleme ekibi istiyor. Bu da arkadaşlarımızı 45 dakika geciktiriyor. Sonra, süpürgelik çıkışında bir kez daha polis çeviriyor. Neyse ki, iki tutanak varlığı burada vakit kaybını önlüyor. Arkadaşlarımızın gecikmesi nedeniyle, İznik buluşmasını, yol üstü olması nedeniyle Akköy’e taşıdım. Akköy’de buluştuk ve kısa bir alışveriş molası ardından samanlı dağlarına tırmanışa geçtik. İznik – Gölcük yolu üzerinde, aracın ulaşabildiği en tepede, aracımızı terk ettik. Burada denizden yükseklik 780 metre… Samanlı dağlarının Ayvaşa tepesine tırmanarak başladık…

Samanlı dağlarının yüksek kesimleri, Marmara Bölgesi’nden farklı olarak Karadeniz iklim ve florası özellikleri gösteren bir mikroklima alanıdır. Kayın, gürgen ve sarıçam ağırlıklı karışık nemli ormanlar, yine Karadeniz Bölgesi’ne özgü yabani orman gülü, karayemiş gibi türlerde dahil pekçok bitkiden oluşan yoğun alt örtüsü ile çok zengin bir faunaya ev sahipliği yapmaktadır. Ayı, kurt, vaşak, yaban kedisi, karaca, kırmızı benekli alabalık, semender türleri, burunlu engerek ile birlikte pek çok yırtıcı ve ötücü kuş türü bu ormanlarda barınmaktadır…

20190511_143500

150 metre kadar yükselerek düz yola ulaşmıştık ki yağmur başladı. Ardından dolu ve yine tekrar yağmur bize eşlik etti. Osmaniye – Gölcük yolunu geçtikten sonra, orman içine dalarak inişe geçtik. Osmaniye – Sultaniye yoluna indiğimizde yağmur durmuş ve güneş açmıştı…

Osmaniye, Bursa ilinin İznik ilçesine bağlı bir köydür. Bursa iline 110 km, İznik ilçesine 33 km uzaklıktadır. 1880’li yıllarda, 93 (1877) Göçmenleri tarafından kurulan köyde Gürcü göçmenler iskan edilmiştir. Köy, Mercimek mevkiine kurulduğu için adı Osmaniye konulmasına karşın, çevre köylülerce Mercimek olarak anılmıştır. 1895 ve 1908 Yıllığı’na göre 15 hane bulunan köyde, 1927 yılında 108, 1990 yılında ise sadece 78 kişi yaşamaktaydı. Köy yakınlarında eski Sultaniye köyü kalıntısı vardır.

Köyün iklimi, Marmara iklimi etki alanı içerisindedir. Bir Orman köyü olan Osmaniyeliler geçimlerini Ormancılık ile kazanmaktadırlar. Köyde, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır fakat çalışmamaktadır.

Sultaniye istikametine köy yolunda bir süre ilerledikten sonra, şelaleye ulaşmak için tekrar ormana daldık. Zor olmayan inişle şelale yakınına bizi götürecek olan orman yolunu yakaladık. Bu arada sabah yaşadığımız araç, jandarma kargaşasının yarattığı kafa karışıklığı nedeni ile, google earth üzerinden hazırladığım rotayı gps’e yüklemeyi unutmuştum. Şelaleye kadar doğaçlama gidiyorduk. Şelale sonrası bildiğim yol. Ama şelalenin yerini tesbit zordu. Neyseki enerji nakil hattını hatırladım. 5 yıl önce bu şelaleyi keşfettiğimizde, enerji hattının altında öğlen molası vermiştik. Aynı noktada yine mola verdik. Bir kaç arkadaşımız burada kaldılar. Biz, çantalarımızı bırakarak, arzu edenlerle şelaleye, kolay olmayan bir inişe geçtik. Suyu çok olmamakla birlikte, görsel olarak güzel bir şelale. Muhtemelen yaz aylarında kuruyordur.
Mola sonrası yolumuza koyulduk. 5 yıl önce baya bir orman yolu iken, şimdilerde orman tarafından teslim alınmış bir yol. Taze ağaçları, çiçekleri ve yeşil otları içinde uzunca süre zevkle yürüdük. Yeşili enfes bir düzlükte arkadaşlar, yeşile yatma hasretlerini de giderdiler.
Yeni açılmış bir orman yolunun, heyelanlarını izleyerek, Osmaniye – Mecidiye yoluna çıktık. Bir süre sonra da aracımıza ulaştık.

15 kilometreyi 5.5 saatte tamamladık. Parkur başı denizden 780 metre yüksekte idi. 950 metreye kadar çıktık ve 590 metreye kadar indik. Bu arada bol iniş çıkışlar yaşadık ama genel bakiye bu…
Buraya kadar okumuşsanız, aşağıdaki yorum bölümünü hatırlatırım. Bir yorumu haketmişimdir. :)) Şimdi foto galeriye buyurunuz…

Melekşeoruç – Nuruosmaniye

İznik’ten Nuruosmaniye’ye gelip cami önüne park ediyorum. Yürüyüş burada sonlanacak. Bu kez, Mehmet Erozan komşum/abim bana eşlik ediyor. İstanbul’dan arkadaşları bekliyoruz. Ne kadar yakınlarda olduklarını öğrenmek için İbrahim Kamil Birlikay’ı arıyorum. ”Otoyolda polis çevirdiğini, aracın ikinci/sahte plakası tesbit edildiği için tutanak tutulduğunu” anlatıyor. Bu bir saat geç kalacaklar demektir. Mehmet abim ile otostop yaparak Alifuatpaşa’ya geliyoruz. Sakarya nehri kenarında kahve keyfine dalıyoruz. Bir süre sonra İstanbul’dan gelen 28 doğa sever arkadaşlarımız ile buluşuyoruz.

Melekşeoruç köyüne (Şimdilerde Geyve ilçesi mahallesi) yola koyuluyor ve sürekli yükseliyoruz. Köyü geçiyor ve toprak yolda 2 kilometre kadar daha ilerledikten sonra aracı terkediyoruz. Soyunma/giyinme hareketleri ve bir İbrahim klasiği olan sayı almanın ardından 30 kişi olarak yola revan oluyoruz. Başlama noktamız denizden 790 metre yükseklikte.

20190505_144400

Odun kesen iki köylüye rastlıyoruz. Şakalaşmalar ardından, gittiğimiz yönde yolun bittiğini belirtiyorlar. ”Bize yol gerekmez” diye cevap veriyorum. Bir süre sonra cangıla dalıyor ve makaslarımızı çıkarıyoruz. İbrahim ve ben, geçit vermeyen dalları ve dikenleri keserek yol açıyoruz. Bu durum uzun sürmüyor ve muhteşem bir çayırlığa çıkıyoruz. Sağımızda çeşme görüyor ve oraya yönleniyoruz. Ne yazık ki, çeşme kuru. Akıyor olsa, çok iyi bir kamp alanı bulmuş olurduk.

Bu rotayı google earth üzerinden çizmiştim. İlk kez yürüyoruz ve bizim için tam bir keşif. Bir süre sonra orman yolunu yakalıyor ve yoldan sırt boyunca giden patikaya giriyoruz. Ne patika ama tam bir yeşil tünel… Uzunca süre arada bir durup güzelliği içimize çekerek ilerliyoruz. Öyle ki, öğlen molası verecek bir açıklık bulamıyoruz. Çayırlık açık alan ve manzara bulamayınca orman içine yayılarak öğlen molası/dinlenmesine çekiliyoruz.

Gurup, gurup oturmalar, atıştırmalar ve yan gelip yatmalar sonrası toparlanıyor, kısa bir toplu tanışma faslı sonrası tekrar yola revan oluyoruz. Toplu tanışma ad, soyad, memleketi ve mesleğini içeriyor. İbrahim Kamil Birlikay’ın başlattığı bu hal Yudosk geleneği olmaya başladı. Aynı şehir, aynı meslekten olanları buluşturuyor ve hatta, İbrahime göre akrabalarını bulanlar da var… İlk katılan arkadaşlarla uzun zamandır tanışıyor gibi sohbetler ediyoruz. Bu da bir doğa bütünleştirmesi…

Yine yeşil koridorlardayız. Bu güzergahda hiç bitmiyor. Nuruosmaniye’ye 5 kilometre kala yoğun inişe başlıyoruz. En yüksek noktamız 1050 metre olmuştu. 5 kilometre sonra 100 metre rakıma ineceğiz. 950 metre irtifa kaybı çok yüksek ve bu da dik iniş demek.
800 metre kadar enerji nakil hattı altı, traşlanmış alanda ilerledikten sonra tekrar yeşil koridorlara dalıyoruz. Bu ara hafif çiselemeler şeklinde yağmur ile tanışıyoruz. Yeşil koridor bizi Nuruosmaniye’ye kadar bırakmıyor.

14 kilometre yolu 5.5 saatte katediyoruz. Keşif olarak girdiğimiz bu güzergah ”Orta Zor” katagorisinde tanımlanır. Parkuru çok sevdiğimiz için bir isim verelim istiyorum. Bence adı ”YEŞİL KORİDOR” olsun. Başladığımız ve bitirdiğimiz köyler hakkında kısa bilgi ve tarihçeler internetten alıntıdır.

Buraya kadar okumuşsanız, bir yorumda bulunacaksınız demektir. Altta fotoğraf galerimiz var. İyi seyirler. Seyir sonrası altta yorum bölümünü atlamayınız. :))
Fotoğraflara tıklayarak büyütebilirsiniz…

MELEKŞEORUÇ KÖYÜ GENEL BİLGİLER | TARİHÇE
Melekşeoruç , Sakarya ilinin Geyve ilçesine bağlı bir mahallerdir. Köy, Osmanlı Devleti kurulduğu yılarda Melikşahoğulları tarafından kurulmuştur.
Sakarya il merkezine 43 km, Geyve ilçesine 13 km uzaklıktadır. Mahallede ilköğretim okulu yoktur. Mahallede, içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi de yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
NURUOSMANİYE KÖYÜ GENEL BİLGİLER | TARİHÇE
Nuruosmaniye , Sakarya ilinin Geyve ilçesine bağlı bir mahallerdir. Nuruosmaniye mahallesinin adı İstanbul Eminönü Semtindeki Nuruosmaniye Camiinden gelmiştir. 1877 Rus harbi döneminde Gürcistan yöresinden gelen halk tarafından kurulmuştur. Köy içinde ve havarisinde mahallenin ismi Bıçkıdere diye de anılmaktadır.
Sakarya il merkezine 20 km, Geyve ilçesine 19 km uzaklıktadır.Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallede, içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi de vardır. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.

Yeniyayla – Madenler

Uzun zaman genellikle İznik çevresinde olduk. Bu hafta uzaklaşalım istedim. On yıl önceleri yürüdüğüm ve çok sevdiğim bir parkuru seçtim. O zamanlar çok sevmiştik. Bakalım ne değişikliklerle karşılaşacağız…
Yeniyayla, Adapazarı Hendek ilçesine bağlı (artık mahalle olarak anılıyor) bir köy. Karadenizi andırır dağlar içinde ve oldukça yüksekte. Denizden yükseklik bin yüz metre…

20190427_132634

Yeniyayla camisini geride bıraktıktan sonraki ilk yol kıvrımında aracımızı terk ettik. Bu kez İstanbul’dan 28 Yudosklu doğa sever geldi. Benim katılımımla 29 olduk. İznikten aracımla otoyol Akyazı çıkışına geldim ve aracımı buraya park ederek otobüse geçtim. Karayolları çalışanı Ali bey, kamera altına park etmemi sağladı. Güvenlidir üç gün kalabilir dedi ama niyetim yok. Dönüşte akşam alacağım. Özen göstermesinden ziyadesi ile memnun kaldım. Teşekkürler Ali kardeş…

fındıklık
Ormandan geri kalan arazi, tamamen fındık kaplı. Dağlar karadenizi andırınca, üretimi de fındık olmuş. Karadeniz gibi dağınık evler ve ahalisi de tabi olarak karadenizden göçme. Bir çay ekimi eksik vesselam!…Önce fındıklıklara dalarak, sonra orman yolu ile yükselmeye başladık. Rotanın daha önce yürümediğim bir bölümünü google earth den çizmiştim. Yolda giderken baktım sağ tarafa yükselen yol patika arası, yeşil ve cazip bir patika var. Rotayı tekrar yakalarım umuduyla daldım. İyi de etmişim. Dostlar da sevdi bu patikayı. Bir süre sonra tekrar rotamızı yakaladık. Bir ara daldığımız patika kayboldu ve gps çizimine göre ilerlerken orman gülleri sarmalına düştük. İbrahim her zaman olduğu gibi yol açarak arkadaşların daha kolay geçişini sağladı. bazı bölgelerin google haritaları eski oluyor ve bir kaç yılda patika kapanmış olabiliyor. İndiğimiz orman yolunda ilerlerken bir dönemeçte kar yığını ile karşılaştık ve tabi olarak hiç kar görmemiş gibi fotoğraflar aldık.

20190427_133458

Ve yolumuz, yukarıdan aşağıya yeşil yosun kaplı kayalar arasından, coşku ile inen su ile kesişti. Bir üst tarafında yol varken, bir süre buradan tırmanmak bana cazip geldi. Önce kısa bir keşif yaptım ve baktım 200 metre sonra tekrar yolla buluşuyoruz, gurubu davet ettim. Yola çıkış biraz meşakkatli olsa da problem yaşamadık. Öğlen vaktini bir hayli geçmiştik. Bu nedenle yeni bir serüvene girmeden yolu takip ederek kapağı Turnalık yaylasına attık.

Öğlen molası ve bir İbrahim Birlikay klasiği olan tanışma faslını takiben tekrar yola revan olduk. Bu kez on yıl önceki rotamı takiben Madenler köyüne ineceğiz. Bu arada, Dokurcun tarafından Turnalık yaylasına baya geniş bir yol yapıldığını gözledik. Tabi olarak yolla birlikte yayla beton ev dolmuş…. O eski ahşap yayla evlerinden sadece birkaç örnek kalmış. Bu gidişle adına yayla diyebileceğimiz mekanlar kalmayacak. Yaylalar şehir insanlarının görgüsüz yapılanmaları ile yok oluyorlar. Buna fırsat veren de ormanı tahrip ederek açılan geniş yollar…

Ormana girdiğimiz noktada bir patikamız başlıyordu. Patika yok yol var. Orman kesimleri için girilmiş, traktörlerle tomruk çekmekten güzelim parkur çamur deryasına dönüşmüş. Yıllar önce burada yakaladığımız bu patikayı çok sevmiş ve bir isim vermek istemiştik. Eski dostlarımızdan Kıvanç Algan ”Albay Yolu” olsun demişti. Doğa yürüyüşlerinde çok disipline davrandığım için Kıvanç bana ”Albay” lakabı takmıştı. ”Albay Yolu” demekle kıvanç, patikayı bana ithaf ediyordu. Çamurlaşmış patikamızı bitirdiğimiz noktada birbirinin aynı iki yayla evi vardı. Evet bu şirin evler hala yerinde duruyor ama tomruk çekimleri burayı da çamurlaştırmış.

Karşıda Sülüklüğöl çöküğü. Bu fotoğrafı Mehmet İbrişim’den ödünç aldım.
Kısa süre sonra yola çıkıyoruz. Karşımızda, Karagöl, Sultaniye, Acelle ve Davlumbaz gibi ünlü yaylaları barındıran sıradağ manzarası. Sülüklügöl çöküğü çok net görüntüde…
Burası artık köy içi yolu ve asfalt. Asfaltta uzun yürümemek için bir bahçeyi gözümüze kestiriyoruz. Dönüşte gurubun arkasını beklerken, evden bir köylü kadın çıkıyor. Garip bakışları ile bizi süzerken arkadaşlar ”çaya geldik” şakası yapıyorlar…
Araç bizi okulun bahçesinde bekliyordur. Böyle tembihlemiştim. İbrahim camiye gelsin istedi. Haklıydı. Cami de su var ve temizlenmek için ideal mekan. Öyle yaptık. Biz Cami’ye indik, temizlendik, aracımıza binip dönüş yoluna revan olduk…

Toplam 15 kilometre yol yaptık. 6 saat sürdü. Buyurun fotoğraflarımıza… Üstüne tıklamak sureti ile büyütebilirsiniz…
Buraya kadar okumuşsanız bir yorumu hakettik demektir. Altta yorum sütunlarımız var. Bakalım kimler okumuş. :))

İncirli Kanyonu – Kınık Şelalesi

Ne zaman Yenişehir üzerinden Bilecik istikametine gitsem, İncirli köyünü geçerken, sağda kanyon girişi ilgimi çekmiştir. Bir seferinde kanyon ağızından araçla girmiş ve büyüleniştim. Vakit geldi ve 13 nisan 2019 cumartesi keşif amaçlı girmeye karar verdim. Keşif etkinliği olarak YUDOSK’da yayınladım. 27 kişi kapasiteli araçlar en ekonomik taşınmayı sağladığı için etkinliği 27 kişi olarak açtım…

Etkinliği açtım ama kanyon olması sıfatı ile büyük sürprizler olabileceği korkutmaya başladı. Kısa da olsa önceden yürüyerek tanımak istedim. İznik’e yeni gelen Alaattin arkadaşım da bana katılmak isteyince, google earth de hemen bir rota oluşturdum. Aracımızı bıraktığımız yere dönmek zorunluluğu nedeniyle dairesel bir rota oldu. Gerçekte ise, İncirli köyünden Kınık köyüne geçiş vardı.

20190408_165339

Geçişe izin vermeyen bir noktada aracımızı bırakarak yürümeye başladık. Bir süre sonra kanyon ikiye ayrıldı. İki ayrı kanyondan akan tertemiz sular birleşerek devam ediyordu. Rotamıza göre sol kanyondan girdik. Girdik ama su kenarı yürüme imkanı kısa sürede bitti. Ya suya girecek yada dönecektik. Kararımız suya girmekten yana oldu. Dizimize kadar suya bata çıka birbuçuk kilometre akışa ters yürüdük. Beklenen üşüme oluşmadığı gibi verdiği haz yürüme şevkimizi arttırdı. Kanyon duvarının eğim aldığı bir noktada çıkış yaparak, sağ duvar üzerine çıktık ve rotamıza göre sağa yürümeye başladık. Taze ve yeşil bir orman içinde giderken karşımıza bir kaya dizini çıktı. En yüksek olanına tırmanarak 360 derece manzaramızı aldık. Tam bir seyir terası idi…

Kayadan inice bir yol yakaladık ve bu yol bizi şelaleye getirdi. Buralarda bir şelale olduğunu çalışmalarımdan biliyordum ama bu kadar güzel görsel şölen beklemiyordum doğrusu. Dağılarak akan suyun arkasında oluşmuş yeşillik ayrı bir hava katıyordu… Biz sol kanyona girmiştik. Şelale suyu ise sağ kanyona akıyordu. Bizim de sağ kanyondan yürüyerek aracımıza ulaşmamız gerekiyordu. Önce, Roma kapısı benzeri kaya kapısından geçerek dere kenarı yürümek istesek de bitki örtüsü ve dikenler izin vermediği için yukarı açılarak, bahçelerden tekrar kanyon ağızına ulaştık. Burada başka bir sürpriz bekliyordu. Su kanyona ikinci bir şelale olarak giriyor ve inmemize izin vermiyordu. İnebilmek için ipe ihtiyaç vardı. Bu durumda kanyonu sol duvar üzerinden geçerek devam etmemiz gerekiyordu. Aracı bıraktığımız yerde bu duvarın eğiminin düştüğünü ve inişe izin vereceğinin farkındaydım. Ayrıca inişin solunda traktör yolunu görmüştüm. Gereğinde yolu uzatarak inebilirdik. Bu düşünce ile yükselerek duvar üstüne çıktık. Sol tarafımız ekili tarlalar ve sağımız makilik olmak üzere bir süre yürüdük. İnişi gözle kestirerek makiliklere daldık. Zor olmayan bir inişle aracımıza ulaştık.

20190413_112344

Eve gelince, yazdığım etkinliği değiştirdim. Su içinde yürüneceğini okuyan katılımcı arkadaşlar katılımdan kaçmaya başladılar. Katılımcıları üç de ikisi kendilerini silmişti. Baktım durum vahim, etkinliği tekrar değiştirerek su girişini kaldırdım. İniş yaptığımız sağ eğimde var olan traktör yolunda yükselecek ve önceki geliş yolumuzdan devam ederek şelaleye ulaşacaktık. Sonra kaya terası ve devamla orman içinden Kınık köyüne varacaktık. Yani su içi iptal. Yalnız bir kere dere geçmek gerekiyor…

Bu durumda 16 kişilik bir minibüs ile hareket etmemiz gerekti. 14 İstanbul’dan gelecek arkadaş ve İznik’ten biz 2 kişi… Ancak yürüyüş sabahı 3 arkadaş gelmeyince toplam 13 kişi olarak İncirliden başladık. 3 kilometre tarla yolu yürüyüşü ile kanyon ağızına ulaştık. Kanyon girişi ayakta duran bir tuğla minare var. Belli ki eski bir yerleşim alanı. Asırlık çınarlar da ayrıca kanıtı… Programımıza sadık kalarak önce dereyi geçtik. Sonra yukarıda bahsi geçtiği gibi şelaleye ulaştık. Burada verdiğimiz öğlen molasını takiben seyir terasına tırmandık. Fotoğraflarımızı aldıktan sonra, orman içi tırmanarak çıktığımız düzlükte Kınık köyünü gördük. Sol tarafta gördüğümüz gölet üzerinden aracımıza ulaştık.

Katılımcı arkadaşların çok beğendiklerini düşünüyorum. 11.5 kilometre yol yaptık. Sizi fotoğraflarımızla başbaşa bırakalım….

Kıblepınar – Sölöz

Dört hafta önce Kıblepınar’dan doğuya ilerleyerek Müşküle kayalıklarına inmiştik. Bu kez yine Kıblepınar’dan başladık ama batıya ilerledik…

Kıblepınar, Bursa ilinin Yenişehir ilçesine bağlı bir mahalledir. Mahallenin eski adı Tepeköy’dür. Mahalleye ilk yerleşenler Osmanlı-Rus savaşı sonrası Bulgaristan’dan göçen Türkler’dir. 1970’li yıllardan sonra mahalleden şehirlere göç nedeniyle mahallenin nüfusu büyük ölçüde azalmıştır. Mahallenin iklimi, Marmara iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağıve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.

20190414_144952

6-7-8 eylül 1922 de, kurtuluş savaşımızın başarıya ulaşmasıyla işgalci Yunan kuvvetleri ülkeyi terkederken, Binbaşı Muharrem bey birliği ile takiptedir. Yunan kuvvetleri pusu kurarak takip birliğini şehit ederler. Muharrem bey, yaralı olarak Selimiye köyüne iner ve orada hayatını kaybeder. Şehitliği köy içi ana yol üzerindedir. Askerleri için ise, Kıblepınarın doğusunda, dağın sırtlarında şehitlik vardır…

Kıblepınar da rakım 780 metre. 900 metrelerde bir radar var. Biz de en fazla 900 metreye kadar yükselecek ve sırtlarda yürüyeceğiz. Tatlı meyil iniş çıkışlarla, orman içi yürüyecek ve yakalayacağımız bir sel yatağından 150 metre rakıma kadar ineceğiz.

Başladığımızda sis vardı ve meteorolojik veriler yağmur geçişleri veriyordu. Sırta yükseldiğimizde sis manzaramızı engellesede, kendi gizemli güzelliği bizi kucaklamıştı. Bu parkurun yüzde altmışını 2015 de yürümüştük. Her zaman olduğu gibi bazı değişiklikler yaptım ve yolları terkederek ormana dalmalar ile çeşitlendirdim. Öğlen vakti yağmur çiselemeye başlayınca, yağmur hızlanmadan mola vermeyi uygun buldum. Ancak, yağmur hızlanmak yerine yok oldu, sis çekildi ve tatlı bir güneş bizi sarmaladı…

Sırtlarda, çeşmesi de olan bir mera var ki, kamp için çok ideal. Nitekim biz geçerken inekler meranın otlarını götürüyorlardı… Kamp eşyalarını buraya taşıma yolu bulursam ilk fırsat ilan etmeyi düşündüm.

Yolumuz ilk bahar uyanışı yeşillik ve çiçekleri ile bezensede, orman derinlikleri kuru yaprakları ile sonbaharı andırıyordu. Bir açıklık yakaladığımızda, sis yok, güneş harika ve karşıda kurban dağı manzarası… Beş dakika sessiz yatış, seyir ve doğayı dinleme yorgunluğumuzu aldı.

Sel yatağını yakalayarak sürekli inişle Sölöz’e vasıl olduk. 13 kilometre yolu 5.5 saatte yürüdük. Sizi fotoğraf galerimizi gezmeye alalım…

Kıblepınar Şehitliği – Müşküle Kayalığı

30 kişi Bursa Yenişehir Kıblepınar Köyü’nden başladık bu sefer… Başlama yüksekliğimiz 780 metre idi. Açık arazide, sağımızda muhteşem bir Uludağ manzarası eşliğinde hafif yükselişle sırt yoluna vasıl olduk. Bir süre sonra ise Kıblepınar şehitliğine geldik.

Kıblepınar, Bursa ilinin Yenişehir ilçesine bağlı bir mahalledir. Mahallenin eski adı Tepeköy’dür. Mahalleye ilk yerleşenler Osmanlı-Rus savaşı sonrası Bulgaristan’dan göçen Türkler’dir. 1970’li yıllardan sonra mahalleden şehirlere göç nedeniyle mahallenin nüfusu büyük ölçüde azalmıştır. Mahallenin iklimi, Marmara iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.

6-7-8 eylül 1922 de, kurtuluş savaşımızın başarıya ulaşmasıyla işgalci Yunan kuvvetleri ülkeyi terkederken, Binbaşı Muharrem bey birliği ile takiptedir. Yunan kuvvetleri pusu kurarak takip birliğini şehit ederler. Muharrem bey, yaralı olarak Selimiye köyüne iner ve orada hayatını kaybeder. Şehitliği köy içi ana yol üzerindedir. Askerleri için ise, Kıblepınarın doğusunda, dağın sırtlarında şehitlik vardır…

20190317_160617

Orman yolu, patika ve çoğu kez orman derinliklerine dalarak ilerledik. Sırtlarda meşe hakimiyeti var. Sağda Yenişehir ovası, uzaklarda Uludağ ve solumuzda İznik gölü manzarası ile uzun süre sırtlarda olduk. İnişe geçtiğimizde kayın ve çamlarla tanıştık. Müşküle köyü seviyesinde ise artık zeytin ağaçları arasında ilerledik. Çuha, noel gülü, dağ sümbülü gibi kır çiçeklerimizle büyülendik.

Müşküle, muhtara kızdığı için delileri aza seçen köy. Ünü o kadar yayılıyorki, El Cezire bile haber yapıyor… Herkes müşküle’yi delileri aza seçmesiyle yarı mizahi bir olayla bilse de, Müşküle’nin tarihi çok derin ve Türk solu için anlamlıdır. 1910 doğumlu bir adam, İsmail Başaran, çıkan bir tarla kavgası neticesinde Bursa cezaevine gönderilir. Bursa’da yatarken kendisiyle aynı koğuşta yatmakta olan Nazım Hikmet’le tanışır, hak, eşitlik, adalet, sosyalizm üzerine bir çok şey öğrenir, Nazım sayesinde bir çok kitap okur. Şiirler yazar, hatta buğday direniyor isimli bir kitap yazar. Ayrıca söylenilenlere göre Nazım Hikmet’in Bursa cezaevinden kaçışına yardımcı olur. İsmail Başaran cezaevinden çıktıktan sonra kendisiyle yakın bir dostluk kuran genç Fevzi Kavuk’a Nazım’dan, sosyalizmden, edebiyattan bahseder, o sıralar köyün öğretmenliğini yapan Seyfi Alp’in de etkisiyle Fevzi Kavuk kendisini çok geliştirir. Köyün gençlerini etrafında toplar, dostluk spor kulübünü kurar, gençlerin sosyal olarak yetişmesini sağlar. İlkokul, köy konağı, tuvalet, yol ve düzenli bir köy alanı yaptırır. Köye içme suyu getirir. Bu arada köylülerini sol siyasetler doğrultusunda bilinçlendirir. İşçi grevleriyle “1 mayıs” kutlamalarına köylüleriyle birlikte destek verir.

20190317_175905

ARAP dünyasının CNN’i olarak nitelenen El Cezire Televizyonu, muhtarlarına kızıp delileri köy azası seçen Müşküle köylülerinin öyküsünü “Bizim diktatörlere ders olsun” diyerek haber yaptı. El Cezire’nin Ankara Temsilcisi Yusuf El Şerif,”Olayı duyduğumuzda hemen ilgimizi çekti. Çünkü, adamlar orada demokrasi dersi veriyorlar. Bizim için örnek bir olay. Müşküle köylülerinin öyküsünü bizim diktatörlere ders olsun diye çektik” dedi. El Şerif, şöyle konuştu:
Bizim Arap dünyasında Bursa’daki o küçük köydeki kadar bile demokrasi yok. Adamlar en azından muhtarlarına tepkilerini, demokrasiyi silah olarak kullanarak gösteriyorlar. Ama bizde bu şekilde silah olarak kullanılabilecek bir demokrasi yok maalesef. Ya şiddete başvurup terörist oluyorsun ya da sessiz kalıyorsun. Başka bir seçenek yok. Biz de bu olayı bizim diktatörlere ’bakın, görün ve utanın’ demek için çektik. Arap dünyasında da böyle seçim hakkı olsaydı ve halk tepki olarak delileri seçip Meclis’e doldursaydı bu bizim diktatörler için çok iyi bir ceza olurdu.
El Şerif, ’Müşküle’ köyün adının da “Arapça’da ’sorun’ anlamına geldiğini söyledi.

Yürüyüşümüzü göl kıyısı Müşküle kayalıklarında noktaladık. Toplam 15 kilometre… Buyurun Foto galeriye… Fotoğrafları tıklamak sureti ile büyütebilirsiniz…

Sadağı Kanyonu ve Şelaleler

13.02.2019 çarşamba. İstanbul’dan gelen arkadaşlarla bu kez Gemlik’de buluştuk. Birlikte doksan kilometre yol alarak Orhaneli’ne geldik. Bize gönüllü rehberlik yapacak olan iki arkadaş, Yüksel ve Ahmet ile tanışma sonrası, dokuz kilometre daha yol alarak Sadağı kanyonuna girdik. Bu kadar yakınımızda, bu kadar güzel bir kanyon…

Sadağı

20190213_150001

Sadağı Kanyonu
Orman ve Su İşleri Bakanlığının 27.02.2014 tarih ve 373 sayılı Olur’ları ile Tabiat parkı olarak tescil edilmiştir. Sadağı Kanyonu Tabiat Parkı 436 ha. büyüklüğündedir. Florasında, Yavşan otu, Gürgen, Titrek kavak, Doğu çınarı, Arapsümbülü, Kaya eğreltisi,Kokar ardıç ,Katran ardıcı, Obrizya, Defne yapraklı laden, Gümüşi ıhlamur vb. türler mevcuttur.
Roma İmparatorluğu döneminde imparator Hadrianus yörede avlanırken karısı için ilçe merkezine 6 km. uzaklıktaki şimdiki Sadağı Mahallesi yakınlarında sıcak su kaynağını farkedip buraya bir hamam yaptırmıştır. Tabiat Parkının kayalıkları arasında bulunan bu kaya hamamında halen çıkmakta olan suyun sıcaklığı 60 0C’yi bulmaktadır.
Tarihi kültürel ve doğa güzelliği bulunan ender yerlerimizden biridir. (Kaynak: Milli Parklar Genel Müdürlüğü)

Yağmurlu Şelale

Kardelen Terası
Kanyonun küçük bir kesimi yürüyüş yolları ve köprüler ile gezi için hazırlanmış. Bahar aylarında kanyonun derinliklerine yürüme isteği ile terk ediyor ve Şelaleler vadisine hareket ediyoruz. Orhaneli’yi iki kilometre geçtikten sonra araçtan indik. Yeşil ve ince bir orman yolunda bir süre ilerledikten sonra tırmanmaya başladık.
İlk şelalede malesef su göremedik. Bir zamanlar akan suyun kaya kütlesi üzerinde yarattığı yeşil yosunlar, susuzluktan kırılan hayalimizi tamir etmeye yetti…
Şelaleyi yandan bata, çıka, kaya yükselerek üstüne çıktık. Sonra ikinci şelale… Burada yağmur şeklinde de olsa su var. Yağmurlama arkasında fotoğraflarımızı aldıktan sonra, yine bata, çıka, çamurlarda kaya, kaya üste çıktık ve aynı ortamı üçüncü kez tekrarladık. Bir kaya terasında kardelen tarlasına rastladık ki, gerçekten görülmeye değerdi.
Az daha tırmanmayla geniş bir alana, yeşil bir sahaya/meraya vasıl olduk. Molamız ardından düz ve inişler ile Orhaneli merkeze indik. Toplam dokuz kilometre sonunda, Orhaneli’nin tarihi taş mektebi önünde kendimizi fotoğrafa kaydederek noktayı koyduk.
Şimdi sizi fotoğraflarla baş başa bırakalım. Üzerine tıklamak sureti ile büyütebilirsiniz…

Süleymaniye – Göllüce

İstanbul’dan 29 Yudosk üyesi arkadaşım geldi. Bu defa Yenişehir’in Süleymaniye köyünden, İznik’in Göllüce köyüne yürüyeceğiz… Bursa büyük şehir olduğundan beri buralar mahalle olarak isimlendirilse de ben köy demeyi tercih ediyorum.

Süleymaniye Köyü
Kadıköy, Dereköy ve yıldırım yolunu takiben, Süleymaniye’ye az kala araçtan indik. Klasik ritüelimiz daire olup sayı aldıktan sonra, kısa bir rota bilgisi veriyor, doğayı kirletmeme tembihimizi yapıyoruz. Dün kar yağışı altında, beyaz ortamda yürümüştük. Bu gün hava bulutlu, görüş mesafesi kısa ama daha sıcak ve rüzgar yok. Taze çayır ve orman yeşili hakim…

20190210_115815

1893’e kadar köy halkı Bulgaristan‘ın Şumnu şehrinde, Osmanpazarı bölgesinde, Karakeçililer mahallesinde yaşamışlardır. Süleyman Ağa’nın mahallesine gelen Bulgar ve Ruslar‘a karşılık veren Süleymen Ağa önderliğindeki Türkler, ciddi bir çatışmaya girmişler ve Süleyman Ağa, Rus generalini vurarak öldürmüştür. Balkanlar’da yaşam imkânı kalmayınca, Bursa’ya gelerek Yenişehir’e yerleşmişler ve kurduğu yeni köye ‘Süleymaniye’ adını vermişlerdir.
Süleymaniye mahallesi 1893 yılında kurulmuştur. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı‘na mahallenin erkekleri katılmışlardır. Yunanlara karşı düzenli ordudan önce çete savaşları yapılmıştır.
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Buğday , ayçiçeği önde gelen tarım ürünleridir. Son zamanlarda Bamya ekimide yapılmaktadır. Bamyanın ekonomik Getirisi yüksek olduğundan ve çevre illerden talep olması sebebiyle bamya ekimi yaygınlaşarak devam etmektedir. Bunun dışında sulu arazilerde domates , fasulye ,meyvecilik az da olsa yapılmaktadır Mahallede son 20 yıldır Modern tarım yapılmaktadır. Birçok evde traktör ve diğer tarım aletleri bulunmaktadır. Büyük ve Küçükbaş olmak üzere Hayvancılık az da olsa yapılmaktadır. (kaynak Wikipedia)

Başlama noktamızda rakım 612 m. Hafif bir rampa sırtlara yükseliyoruz. Bir yanda Yenişehir ovası ve havaalanı, diğer yanda İznik gölü… Bu rota da en fazla 820 metrelere kadar yükseliyoruz. Yani uzun ve zor bir çıkış içermiyor. Göl kıyısı rakımı 90 m. olduğuna göre, inişte 730 m. düşüşe geçiyoruz demektir. Bu da uzun ve çıkışa oranla daha meşakkatli iniş anlamına geliyor. Parkur, orman yolu, patika ve az da olsa orman içi cangıldan oluşuyor. Balarım mahallesi kayalıklarından sonra ise, zeytin bahçeleri içinden Göllüce sahiline vasıl oluyoruz.

Öğlen molamızı Balarım mahalle yakınlarında, çayırlık ve çeşmesi olan merada veriyoruz. İkinci molamız ise Balarım kayalıklarında… Balarım kayalıkları iki kütleden oluşuyor. Biri diğerine göre daha yüksek ve ortalarından yol geçiyor. Burada gurubu ikiye bölüyoruz. Bir gurup, performansı daha yüksek olanlar, yüksek kayalara ve biz de diğer kayalara çıkarak göl manzaramızı fotoğraflıyoruz…

İznik Gölü kıyısında Bursa yolu üzerinde doğayla iç içe şirin bir köydür. Geçim kaynağı Zeytin ve diğer tarım ürünleridir. Köy, yaşanan toprak kayması sonucu daha yukarıda bulunan Balarım mahallesinden aşağıya inmiştir. İznik Gölü’nün güney kıyılarında, sahilden 1 km. uzaktır. Mahallede Bizans döneminden kalma kalıntılar vardır. İznik’e 15 km uzaklıkta bulunan mahallede yerli halk yaşamaktadır. Mahallenin adı, “bal-arım”dan gelmiş. Göllüce ise, göl kıyısında olmasındandır. Ayrıca Eski Köyler olarak anılan mevkide de kalıntılar vardır. Mahallenin doğusunda bulunan Sarı kaya mevki çok yüksek kayaların bulunduğu bir yerdir. Önceleri buradan geçen Roma yolu, bu kayalıktan geçmesi için, İmparator Neron tarafından büyük bir çalışma yapılmış. Kayalar yarılarak yol açılmış, bu hizmeti nedeniyle de buradaki kayalara bir yazıt yazdırılmıştır. Neron adına yapılan bu yazıt, 1970’li yıllarda yol yapım çalışmaları sırasında yok olmuştur. Mahallede 1927 yılında 348, 1990 yılında 1.063, 1997 yılında 1.854 kişi yaşamaktaydı. Eski Balarım mahalleninde tarihi bir hamam ile ahşap cami vardır. İkisi de kullanılmaz durumdadır. (kaynak Wikipedia)

Kayalıklardan sonra zeytin bahçelerine dalıyor ve 3 kilometre sonra Göllüce sahiline ulaşıyoruz. 5 saatte toplam 13.5 kilometre yol yapmış oluyoruz. Şimdi sizi fotoğraf galerimize alalım…